Üç yüz civarında Kur’an çevirisi var. Neden bir çeviri daha? Bu sorunun yanıtı şudur: Bin dört yüz yıl sonra Kur’an yeniden Müslümanların hayatına dönmeye başlıyor. Yirmi yıl önceydi. On beş kişilik bir arkadaş gurubu her birimiz değişik çeviri ve tefsir kitaplarından takip ederek yaklaşık beş yıl süren bir “Kur’an’ Okuması” çalışması yaptık. Aynı okumayı üç yıl süren bir zaman içinde ikinci kez yaptık. Sonuç olarak vardığımız nokta şu oldu: Çeviriyi yapanlar büyük oranda kendi anlayışlarını, görüşlerini, düşüncelerini Kur’an’a söyletmişlerdi. Bir “Kur’an öğrencisi” olarak, Allah ne diyorsa onu, nasıl diyorsa öyle, ne kadar diyorsa o kadar ilkesiyle, Kur’an’a bağlılığı esas alan bir çeviriye ihtiyaç olduğunu düşündüm. Bu çevirinin yapılma nedeni bu düşüncedir. İki bin beş yılında çeviriye başladık. Başladık diyorum zira ilk beş yıl çeviriyi –ilk on bölümü- Memduh Ekici hocayla birlikte yaptık. Onu burada anmak benim için bir vefa borcudur. Daha sonra çeviriyi yalnız yapmaya başladım. On bir yıl süren, yorucu bir çalışmanın ardından Rabb’im çeviriyi tamamlamayı nasip etti. Çeviriyi bitirdiğim an, bitirmenin bende oluşturduğu mutluluğun verdiği duygusallıkla yazdığım şu satırları müsaadenizle sizinle paylaşmak istiyorum: Hamdolsun; âlemlerin Rabb’ine hamdolsun. Rabb’im! Bağışla beni. Sen vekilsin, Sen velisin. Sana tevekkül ediyorum. Sana yöneldim, Sana sığınıyorum. Senin Kelamını, Senin kullarına ulaştırmak istedim: Bunu, sadakat içinde, teslimiyet içinde, ins ve cinn şeytandan, hannastan Sana sığınarak yapmaya gayret ettim. Sen ne dediysen onu demeye, Sen nasıl dediysen öyle demeye, Sen ne kadar dediysen o kadar demeye, gücüm oranında özen göstermeye çalıştım. Sen’in kelamının doğası gereği anlaşılır olduğunu, apaçık olduğunu biliyorum. O bir sır değil, bir açık çağrıdır; ben de bundan cesaretle bu çağrının çağırıcılarından olmaya yeltendim, lütfen hatamı ve eksiğimi bağışla. Sana hamd olsun; Hamd olsun Sana ki böyle bir rehberin hidayetine bizi tabi kıldın. Sana Hamdolsun Rabb’im, Hamd olsun Rabb’im, Hamd olsun Rabb’im.
Çeviri Hakkında
Çevirimizde oldukça fazla dipnot bulunmaktadır. Bunun iki nedeni var: Birinci nedeni, gelenek kendi düşüncesini Kur’an’a söyletmek için özellikle Kur’an’nın ana mesajını içeren kavramlarda önemli ölçüde anlam değişikliği yapmış. Örneğin, Takva, Zikir, Veli, Salat, Tevekkül, Din, Fitne, Huri ve daha yüzlercesi. Bu kavramları Kur’an’nın kendi dilindeki biçimi ile bıraktım dipnotlarla bu kavramların doğru anlamlarını vermeye çalıştım. İkinci nedeni de Kur’an’ı kendi anlayışımdan, ön yargılarımdan koruma hassasiyetimdir. Ayetten anlaşılması gerekeni ayetin anlamıymış gibi ayetin içinde ifade etmeyerek dipnot olarak verdim. Böylelikle mümkün olduğunca Kur’an’ı kendi yanılgılarımdan korumaya çalıştım. Dolayısı ile dipnotlar kişisel görüşüm olup, doğru olabilecekleri gibi yanlış da olabilirler. Okumada kolaylık sağlamak amacıyla dipnotlar, sayfanın sonunda veya arkasında değil, ayetin bitimine yerleştirildi. Birçok çeviride yapıldığı gibi ayetler birleştirilmedi. Ayetlere tek te anlam verildi. Kur’an’ın özellikle kavramsal niteliği olan sözcükleri, Arapça halleriyle çeviride yer aldı. Zira bu sözcüklerin taşıdıkları vurguyu Türkçeye çevirirken, bunu bir sözcükle karşılamak mümkün olmadı. Bu sözcüklerin anlamları dipnot olarak verildi. Ayrıca aynı zamanda okuyucuya “Kur’an’ kelimeleri” diyebileceğimiz sözcüklere bir aşinalık kazandırmak da amaçlandı. Çevirilerin tamamına yakınında, aynı anlam alanında yer alsalar da farklı vurguları olan Kur’an sözcüklerine aynı anlam verilmiş olup, kök anlamları dikkate alınmadığı için önemli yanlışlar veya anlam kaymalarına neden olunmuştur. Örneğin: “Günah” demek olan “ism”; her türlü kötü ve çirkin şeyi yapmak demek olan “sue”; kötülük, çirkinlik demek olan “seyyie”; suç demek olan “zenb”; kötü demek olan “habis” sözcüklerine tek anlam olarak “günah” anlamı verilmiş. Keza; “yaratmak” demek olan, “halake”; yapmak demek olan, “ceale”; icat, mucit demek olan, “bera’e”; başlamak, açığa çıkarmak demek olan, “beda’e”; fıtratı belirlemek demek olan, “fatara” sözklerine tek anlam olarak “yaratmak” anlamı verilmiş. Aynı anlam sahasına ait olsalar da farklı anlamları olan bu sözcüklere, gerçek anlamları verilmediği için, ayetlerin anlamında önemli yanlışlar yapılmıştır. Ne yazık ki bunlara benzer yüzlerce örnek verilebilir. Çevirimizde, büyük bir özenle sözcüklerin kök anlamları dikkate alınmaya çalışılarak hata yapmamaya özen gösterilmiştir. Bugün; Kur’an, bize doğru yolu göstermiyor; bu bizden kaynaklanan bir sorundur. Zira onunla bağlantıyı geleneksel anlayış üzerinden kurmaya çalışıyoruz. Kur’an: “Allah, onunla, rızasına bilerek tâbi olanları esenlik yollarına iletir. Onları, izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkartır. Ve onları dosdoğru olan yola iletir.” (5:16) dediği halde bu bizde gerçekleşmiyor. Esenlik yollarına iletilmiyoruz, karanlıktayız ve yanlış yoldayız. Çünkü Kur’an’la doğru bir bağlantımız yok. Diğer bir ifade ile Kur’an’ın sözcüklerinde yapılan anlam değişikliği nedeni ile Kur’an sanarak başka düşüncelerle bağlantı kurmamızdır. Bir çeviride ana dili hedef dile aktarırken, asıl olan şey, anlamı aktarmaktır. Ancak, söz konusu Kur’an olunca, genellikle anlamı aktarmak adına herkes kendi görüşünü Kur’an’a söyletmeye çalışmış. “Anlam”ı aktarmanın önemi gerekçe gösterilerek, düşüncesini, inancını, görüşünü yansıtmaya çalışma gayretinin adı “anlamsal çeviri” olmuştur. Böylelikle büyük bir oranda “Kur’an’a müdahale” edilmiştir. Oysaki sözcüklerin, sözcük anlamlarına ve kök bağlamlarına bağlı kalınmadan, literal olarak “ne dediği” dikkate alınmadan yapılan her anlam verme, çeviri bilimine de gerçekliğe de aykırıdır. Bunun adı “keyfiliktir.” Bir sözcüğün “ne dediği” ve denilen şey ile “ne demek istedi” birlikte ele alınmasına azami özen gösterilmeden yapılan bir çeviride “anlam” aktarımı gerçekleştirilemez. Kur’an doğası gereği, anlaşılır ve bilinir bir hitaptır. Ana dili Arapça olan bir kimse onu okuduğunda, ondan ne anlıyorsa; ana dili Arapça olmayan bir kimse de Türkçe bir çeviriyi okuduğunda, ondan en az o kadar anlar. O halde, Kur’an okuyan bir Arap’ın okuduğu ve “okuduğundan anladığı şey” ne kadar Kur’an’sa, Kur’an çevirisini okuyanın da “okuduğundan anladığı şey” o kadar Kur’an’dır. Zira çeviri, en az bir Arap kadar, hatta gramer olarak ondan daha fazla Arapça bilgisine sahip olan birileri tarafından yapılmaktadır. Çevirilerdeki farklar dil sorunu değil anlayış sorunudur. Eğer dil sorunu olsaydı ana dilleri Arapça olan ve dil bilimi konusunda ileri derecede uzman olan Arap “alimler” ayetlere farklı farklı anlam vermezlerdi. Araplarda da ayetlere herkes kendi anlayışına göre anlam vermektedir
أنا في حبك جدا
Merhaba, şu an 14. baskıda 22 sayfa var. Çeviri metni tamamen yüklenecek mi?
Selam Erhan abi <3 Kuranda geçmeyen ''En'' ve ''Çok'' ALLAH'ı birlemenin dışına çıkaran kelime takılarından vazgeçmeliyiz.
Merhametlilerin en hayırlısıdır yerine merhametlilerin, Hayırlısıdır.
Merhametlilerin en Merhametlisidir yerine Merhametlilerin, Merhametlisidir
En iyi isimler onundur yerine İyi isimler onundur veya kusursuzluk ve yüceliğe dair isimler onundur.
Rahman ismi ALLAH'ın vekil ismidir rahmet ettiği, nimet verdiği gibi azapta edebiliyor 19:45 "Ey babacığım! Ben, Rahman'dan sana bir azap dokunur* da bu durumda şeytan* için bir veli* olursun diye korkuyorum." Rahmanı kendi formunda bırakmak daha doğru diye düşünüyorum 55. sure Rahman suresi. Ben mesela Rahmeti kesintisiz, Rahman olan ALLAH'ın adıyla.. diyorum.
En iyi bilendir yerine Bilendir > bu ayetlerde, kimin imanlı kimin imansız olduğu iki yüzlülerden bahsediyor; Bunu zaten ALLAH tan başkası bilemez.
ALLAH'ı en leyerek…
Kıymetli hocam emekleriniz için teşekkür ederim. Nisa 103'te "Salâtı ikame ettikten¹ sonra" ifadesinde arapçada "ikame" sözcüğü geçmemektedir قَضَيْتُمُ "kadaytum" sözçüğü geçmektedir.
Selamlar Erhan abi <3
23. sure 57. ayet ''O'nu incitmekten çekinirler.''
ALLAH incinmekten münezzehtir.
21/28 benzer ayet.